Roma imparatorluğu, Bizans ve Osmanlı imparatorluğu gibi üç büyük imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul, pek çok kültürel tarihi zenginliğe sahiptir. Bunlardan biri de hiç kuşkusuz Kariye Kilisesi’dir.Bugün İstanbul surları içinde Edirne Kapıda bulunan Kariye Kilisesi eski Yunancada “kent dışı, kırsal alan” anlamına gelen ”Khora” sözcüğünden gelmektedir. Kilisenin yapılışı tam bilinmemekle birlikte I.Konstantinus zamanında (324-337) burada bir şapelin var olduğu kayıtlarda görülmektedir. I.Justinianus eski şapelin üzerine bu kiliseyi inşa ettirmiştir. Zamanla birçok topluluk tarafından tahribata uğratılan kilise onarım ve tadilatlarla günümüze kadar ulaşmıştır. Aslolan ise İmparator Aleksios’un Kayınvalidesi Maria Doukania kiliseyi himayesine aldıktan sonra kiliseyi yeniden inşa ettirmiş olduğu yapıdır. Bir çok imparatorluğun o zamanlarda birbiriyle savaş halinde olması ve kentin yağmalanmasıyla yıkımın önüne geçilememiş ve Kariye de burdan kendine düşen payı almıştır.
Kilisenin en parlak zamanı Andronikos zamanındadır; devlet yönetiminde birçok edebiyatçı bilginin konsorsiyumda yer alması bunda etkili olmuştur. İstanbul’un 1453 yılında Osmanlılar tarafından fetih edilmesinden sonra kısa bir dönem kilise olarak kullanılsa da, II.Beyazıt‘ın sadrazamı olan Hadım Ali Paşa tarafından 1511 yılında kilise, camiye çevrilmiştir. 434 yıl cami/kilise gibi hizmet gören Kariye, 1945 tarihinde müzeye dönüştürülmüştür.
XV. ve XVI. yüzyılda Rönesans (yeniden doğuş) adıyla tanımlanan bir akımla, batı ile klasik antikite (Eski Roma ve Yunan eserlerinin incelenmesi) arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlığın bağının tekrar kurulmasını sağlamıştır. Kariye içinde yer alan bir çok mozaik ve freksin bu akımdan tabiri caizse nasibini aldığı görülmektedir (iyiki de almış ). İç nartekste (genellikle yapının batı yönünde bulunan giriş bölümü) yer alan Meryem’in yaşamı ile dış nartekste yer alan İsa’nın yaşamı ve mucizelerini anlatan mozaikler bu dönemin en güzel örnekleri olarak günümüzde de görülebilmektedir. Gezenler bilir Kariye’nin kapısından içeriye adımızı attığınızda sanki resim galerisine girmişçesine duvarlardaki mozaik ve frekslerden gözlerinizi almıyorsunuz hatta bazen mozaikleri anlamak için fotoğraf çekmeyi bile unutabiliyorsunuz. Bu kadar ne var dediğinizi duyar gibiyim (gerçi gezenlerin bana hak vereceğini düşünüyorum) o zaman sizleri daha fazla meraklandırmadan müze içerisindeki mozaiklere ve bu mozaiklerin neler anlattığına gelin birlikte bakalım.
Mozaiklerle ilgili açıklamalarda arkeolog Ali Kılıçkaya’ya teşekkür ederiz.