skip to Main Content
Hierapolis Antik Kenti

Denizli’nin 18 kilometre kuzeyinde yer alan Hierapolis, bir çok dinsel yapıya ve tapınağa sahip olduğu için “kutsal kent” olarak geçer.  Ünlü coğrafyacı Strabon ile Ptolemainos verdikleri bilgilerde Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis antik kentlerinin, Hierapolis’e yakınlığından dolayı bir Frigya kenti olduğunu ileri sürerler. Adının nereden geldiği hakkında bir bilgi bulunmamaktadır ama şöyle bir söylenti vardır; Bergama kralı 2. Eumenes tarafında M.Ö. 2. Yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı ve aynı zamanda amazonların kraliçesi Hieradan dolayı Hierapolis ismini aldığı bilinmektedir.

Hierapolis’e girişi 2 türlü yapabilirsiniz. Birincisi Pamukkale travertenleri tarafından yürüyerek, ikincisi ise kuzey kısmında kalan kapıdan giriş sağlayarak. Kent çok geniş bir alana yayılmıştır. Büyük depremler sonrası Helenistik döneme ait özelliğini kaybetmiş olan kent,  Romalılar tarafından yeniden inşa edilerek ayağa kaldırılmıştır. Kuzey kapısından giriş yaparsanız sizi Kuzey Bizans kapısı karşılar. Kare planlı bu kapı iki adet kule ile desteklenmektedir. Kapıdan geçtikten sonra kentin ana caddesi olan Frontinus caddesi sizleri karşılar. 14 metre genişliğinde  olan bu caddenin her iki kenarında dükkan, depo ve evler bulunmaktadır.

Cadde ile doğu yamaçları arasında kalan Agora, deprem öncesi yerleşim alanına uzak olduğu için nekropolis ve atölye olarak kullanılmaktaydı. Depremden sonra 2.yüzyılda yeniden inşa edilen bu yer ticari agora olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Nekropol alanı kentte görülebilecek en büyük alanlardan bir tanesidir. Mezar sahipleri mezar alınlıklarına insanları korkutmak, mezarın içine girmelerini engellemek için çeşitli lanet bilgiler yazdırırlarmış. Zaman içerisinde travertenler tarafından çevrilmiş mezarların bir kısmı kaybolmuştur.

Hierapolis Antik Kenti’nin Pamukkale travertenlerine yakın bir yerinde bulunan Hamam ise kent girişinin dışında yer alıyor. Anadolu’daki birçok antik kentte olduğu gibi kente girmek isteyen insanların öncelikle yıkanmaları gerekliydi. Alınan bu tedbir, hem temizlik açısından hem de bulaşıcı hastalıklardan korunmak açısından kent için bir zorunluluktu.

Yukarıda kutsal kent olarak söylediğimiz şehre Hz.İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Philippus’un Hristiyanlığı yaymak için kente gelmiş ancak M.S. 80 yılında Aziz Philipus putlarını inkar ve hakaret etmesi gerekçesiyle çarmıha gerilerek öldürülmüş ve yaklaşık 300 yıl kadar sonra da Hristiyanlığı kendilerine din olarak ilan eden halk, Aziz Philipus adına M.S. 4.yüzyılda bir şehitlik yapmışlardır. Bu kutsal alana gelmek için bir köprüden geçmek gerekirmiş. Köprü yıkıldıktan sonra bu kutsal alana ulaşmak için yaklaşık 75 metre uzunluğunda bir merdiven inşa edilmiş. Kutsal alandaki mezar odasının içine bakıldığında üç tarafında ölülerin yerleştirildiği yataklar görülebiliyor. Mezar odasının yanındaki merdivenlerden tepeye doğru çıktığınızda Martyrion adı verilen sekizgen kilise karşınıza çıkıyor. Bu kutsal alandaki sekizgen yapı yeniden doğuşu ve sonsuzluğu simgelemektedir. Yıllarca mezarın bu kilise de olduğu düşünülmüş ancak mezarın izi bulunamamıştır.

Hierapolis de Anadolu Tanrısı olan Apollon’a adanmış bir kutsal alan mevcuttur.  Teraslar üzerindeki kutsal alan, mermer merdivenle birbirine bağlanmaktadır. Geniş bir alana yapılan yapı, sütunlarla çevrilidir. Tapınak merkezi olarak tanımlanan bu yapı daha sonra kehanet merkezi olarak tanımlanmıştır. Kehanet merkezi olarak tanımlanmasının sebebi orta kısımda yer alan ve yeraltından çıkan zehirli gazdır. Ayrıca eski kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla Ana Tanrıça Kybele’nin rahibi, Apollo Tapınağı’nın üzerine kurulduğu Plutonion’a iner ama buradan çıkan zehirli gazdan etkilenmediğidir. Size bu Apollon kimdir nedir nasıl tasvir edilir biraz bundan bahsetmek isterim. Apollon, bir elinde buğday başağı, meşe dalı yada patera (sunu kasesi), diğer elinde ise çifte balta taşır vaziyette betimlenen bazen de omzunda  bir yılanın sarıldığı çifte balta taşıyan süvari şeklinde tasvir edilir. Apollon mitolojide ise güneşin, müziğin, ateşin, şiirin ve sanatların tanrısı aynı zamanda kehanet yapan bilici tanrı olarak bilinmektedir. Apollon kahinlik deneyimlerini insanlara da aktarabilir. Sarışın ve çok yakışıklı biri olmasının yanında Artemis’in ikiz kardeşidir. Apollon ile ilgili bir çok hikaye mevcut ama kardeşi ile geçen bir hikayeyi anlatmak isterim. Apollon karısı olan Koronis’in sadakatsizliği sebebiyle, ikiz kardeşi Artemis’e karısını cezalandırması görevini vermiştir. Karısını cezalandırması üzerine oğlu, Asklepius’u yetiştirilmek üzere at adam Cheiron’a vermiştir. Birçok ilginizi çekecek mitolojik hikaye mevcut ama konumuz olan Hierapolis’i anlatmaya devam edelim.

Kentin en çarpıcı noktalarından biride Cin deliği adı verilen bir delik. Cehennemağzı da denilen oyuğun içerisinde fokur fokur kaynayan bir su var. Suyun içinde karbondioksit bulunuyor. Mineraller ile birlikte yukarı doğru çıkarken çözülen minerallar, kalkerli taşlara dönüşüyor  fakat içindeki karbondioksit ise havaya yayılıyor. Kapalı alanlarda karbondioksit solumanın ölüm getirdiğini biliyoruz. Buraya inen insanların da çoğu öldüğünden, bu deliğe Hades’in deliği adı veriliyor.

Hierapolisteki görülmesi gereken yapılandan birisi de tiyatrosudur. 7 bölüm ve 50 otuma sırasına sahip olan tiyatro, 10 bin kişiliktir. Hierapolis Antik Tiyatrosunda sütunların arası heykellerle süslenmiş olup, tiyatroda yer alan kabartmalı frizlerde, Apollon ve Artemis’in doğuşu, dini ayinli sahneler, Dionysos, Satyr ve Menad’lardan oluşan eğlence sahneleri, Marsyas ve Apollon arasında geçen müzik yarışması, tanrılar ile devler arasındaki savaşlar, yer altı tanrısı Hades’in tanrıça Persephone’yi yer altına kaçırması gibi mitolojik konular ile Hierapolis kenti için yapılan sportif yarışlar ve gladyatör savaş sahneleri, kral kapısı üstünde İmparator Septimus Severus’un taç giyme merasimi tasvir edilmiştir. Kabartmalar, stillerinden de anlaşılacağı üzere değişik dönemlerde farklı ustalar tarafından yapılmıştır.

Hierapolis Antik Kenti’nde son bahsedeceğim konu Kleopatra havuzudur. M.S.  7. yüzyılda meydana gelen büyük depremin sonucunda şehir yerle bir olmakla kalmamış ortasında da büyük bir çukur oluşmuş ve bölgede bolca termal su açığa çıkmıştır. İşte bu suların büyük deprem nedeniyle açılan çukura dolması sonucunda da ortaya Hierapolis Antik Havuzu ortaya çıkmış. Zamanla suyun şifasını ve havuzun estetik yapısını duyan kalkıp Hierapolis’e gelmiş ve Antik havuzun popülerliği de günden güne artmış. Öyle ki Mısır Kraliçesi Kleopatra da bu havuza girmek, güneşlenmek, keyif yapmak ve güzelliğine güzellik katmak için onca yolu kat edip buralara kadar gelmiş. Bu olaydan sonra da Antik havuzun ismi Kleopatra havuzu olarak anılmaya başlanmış.

İçerisinde sayısız gizem ve medeniyet izlerini saklayan bu kenti gezerken bu satırları hatırlayacağınızı umarak sizleri fotoğraflarla baş başa bırakıyorum…

 

Back To Top